28 Mayıs 2010 Cuma

ATEŞTE UNUTULMUŞ FERMAN


ATEŞTE UNUTULMUŞ FERMAN

herkes kendi ateşini başkasının cehenneminde sınar
kendi külünde söner bütün rüzgarlarına yazıldığın akşam

ateş tadında kum tadında kalarak
derinleştirir bazı ayrılıkları zaman

al ağrını git burdan
en uzun eylülü ömrümüzün

uyutmuyor seni ne kömürleşmiş bu gurur
ne göğsündeki kaplan

seçilmiş taş milyonlarca taş arasından
başını vurduğun
çok gençti genç olmak için bile
kendi zamanına muhtaç
kendiyle dargın

daha yolun başında görülüyordu
menzilindeki noksan

ömrünce sızlayacak
kayıplar sarayında ateşte unuttuğun ferman.

MURATHAN MUNGAN

ALACANIM


ALACANIM

ah, nerde benim altından avaze sesim!
yankısı bir duvara gömülmüş testide kaldı
avaze sesim!

şimdi başkalarının kalplerinde yankılanan
bir zamanlar içinden geçtiğim aşklardı
feryattan kimseler ölmez, denirken
duvarlardan geçtim
artık kimseyi sevemez aşktan ölmüş yürek, derlerdi
şimdi kulağını dayadığın duvarda inleyen testi
bir zamanlar feryatlarda unuttuğum avaze sesim!

alacânım,
mil yeşili gözlerin
dindirdi gözlerimi
kaç körü birden öldürdün bende
mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm
ben yandıkça
ezber ettin ayazın demirini
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
hangi duvarın halısında
gördün, bildin, vurdun beni
kaç ormandan geçti
içinde kaybolduğumuz o büyük takip
içimizde bunca gurbet dururken
yol ettik uzaktaki sılayı
şimdi burdayız
kanlar içinde
alacânım
indi mi göğsüne heves?

etimdeki eksik yangın, sindi yüreğim
seyreldi tenim sahtiyan tarih
mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm,
alacânım,
indi mi göğsüne heves?

alacânım,
rahat et ben gölgene ilişeyim
her belanı ben göreyim
yüreğimi ihbar et,
bana bir uçurum ver, gideyim
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
biliyorsun adımın kıblesini
bir meşhur hâfızla, meşhur bir şehvet
alacânım,
şuramda sinsi bir sızı
gel öldüğümü farz et
senden gelen her habere
canımdan uçurduğum şahin
pençesinde kaldı bileğim, yazım, harflerim
bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim
alacânım,
indi mi göğsüne heves?

alacânım,
yakılmış bir köyün adıydı adın
görmedi kimse
içinde ben de yandım
o gün bugün kalbimin doğusunda tüten duman
nerede olursan ol göğündeyim kanlı tarih her zaman
Mardin'im, Midyat'ım
ah benim altından avaze sesim
kardeşlerimdi ölen de, öldüren de
aranızdaki duvarda
gömülü kaldım

etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hâfızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım,
söyle, indi mi göğsüne heves?

27 Mayıs 2010 Perşembe

Yasak Sevişmek

Yasak Sevişmek

öteki kapimdan gel bunu açamazsin
eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel
hem tetik bulun ardinda biri olmasin
hanidir ben bu evde saklaniyorum
adimi degiştirdim başka bir adla yaşiyorum
gece gündüz siyah gözlük kullaniyorum
öteki kapimdan gel bunu açamazsin
sabaha karşi gel bütün gözlerinle gel

pancurlarin gerisinde karariyorum
içime belalar doguyor sonbahar doguyor
telefonda sesini taniyamiyorum
yüzün parmaklarimdan akip kayboluyor
böyle hep bir şey kopuyor bir şey kiriliyor
sabaha karşi gel eski gözlerinle gel
öteki kapimdan gel bunu açamazsin
hem tetik bulun ardinda biri olmasin

artik hiç kimse beni yaşamiyor
aşklarimi büyük kemanlarla çizdiler
korkularim oldum bittim kimsesizdiler
yalniz bir misra miyim islaniyorum
bir revolver romanimi tamamliyor
oyun bitti işiklarimi söndürdüler
yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel
öteki kapimdan gel bunu açamazsin
üzerime kilitleyip mühürlediler
hem tetik bulun ardinda biri olmasin

Yalnızlık Şiiri

Yalnızlık Şiiri

Karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
Yıldızlar, aydınlık fikirler gibi
tavanda salkım salkım

bu gece dağ başları kadar
yalnızım.
Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından,
dudaklarımda

eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim,
gözlerim, gözlerini arıyor durmadan;

nerdesin?

Şahane Serseri

Şahane Serseri

yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaclara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirli uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider

anamdam yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığiık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ıstırab çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdam yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim.

Sen Yoksun

sen yoksun
deniz yok
yıldızlar arkadaşım
ya bu gece harikalı bir şeyler olsun
yahut bir bomba gibi
infilak edecek başım

ağzımda eski mısralar uzanıp kalmışım
istanbul minareler odamda gibi
gökyüzü temiz ve parlak
işte kol kola girmiş en mesut günlerimiz
muhalif bir rüzgar karşı sahilden

fosforlu ışıklarıyla gökyüzü bir deniz
havada kanat sesleri
ve çılgın kokular

deniz yok
yıldızlar uzaklaşıyor
ben yine yalnız kalıyorum
istanbul minareler kaybolmuş
sen yoksun

Sen benim hiçbir şeyimsin

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin



Attilâ İlhan

Saklı Sevda

Saklı Sevda

cam yeşili bir kız çok kirpikli
saçları nasıl karanlık bir kızıl
örtülü bir güzellik benzeri olamaz
dudaklarındaki kan etkiliyor asıl
duyarlığı alıngan gönlü ikircikli
ne yazsam ona tutsak
adı şehnaz

belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu
hangi tutku buğulamış camlarını
bazen ne çok var bazen ne kadar az
kan kırmızı yaşayıp yaz akşamlarını
okşaması boğulmak öpmesi uğultulu
sabah olsam ona tutsak
adı şehnaz

saklı sevda sevdaların en saklanmışı
birbirimizde fena boğuluyoruz
hiç kimse birbirimizin yerini tutamaz
benimle yaşayamadığı ona uygunsuz
hiçbir şeye değişmem onunla yaşanmışı
uygunsam ona tutsak
adı şehnaz

saklı bir sevdadır bulduk sığındık
bu büyüylü bir aşk çünkü yasak
gizli bir mutluluk ki ne söylesem az
bin yılda yaşasak hiç de yaşamasak
varımız yoğumuz aşkımız artık
hayatım ona tutsak
adı şehnaz

Ölmek Zamanı

Ölmek Zamanı

dağılırdı saçlarınız yaz akşamı
batan güneşe karşı / kumral
susardınız ne de çok susardınız
anlaşılması güç susmanızın anlamı
sanki bir bulmaca uzun bir sarmal
uzadıkça sersem eder adamı
o zaman sevmek değil ölmek zamanı

(uzak bir kız sisli mavi susarsa
acılarla yüklüdür suskunluğu
akıl almaz tehlikeler içerir
hele hayatında bir sürgün varsa
kelepçe kuşlarının buz gibi uçuştuğu
o siyah tren uğultularla gelir
bütün üçüncü mevki cıgara dumanı)

bana susar bir hayalle konuşurdunuz
hani fakülteden çıkarken vurmuşlardı
kollarınızda ölen tıbbıyeli çocuk
birbirinize nasıl da uymuştunuz
sevginizde yüceltici birşeyler vardı
korku bulaşığı garip bir mutluluk
bir filmi hatırlatan belki bir romanı

(uzak mavi kız dalgasız bir su
ah onun yalnızlığı benim yalnızlığım
içimizde gemiler ansızın yol kesiyor
ansızın beni de vururlar mı korkusu
izlendiğini sanmak her gece adım adım
şehrin karanlığında devriyeler geziyor
telsizde cızırtılar / cinayet alarmı)

eflatun ve ıssız ağzınız bir muamma
susardınız arkasında susmuşluğunuzun
tekrar tekrar sizi duruşmaya çağırırlar
geç vakte kalır sorgular bitmez ama
hapislik nedir ki / unutulmak asıl sorun
seyreldikçe seyrelir istanbul'dan mektuplar
ne arayanı kalır gittikçe ne soranı

(baksa da beni görmüyor sanki yokum
duymadığı açık anlattıklarımı
sessizliği kalabalık giremiyorum
ölüler kuşatılmış sağımı solumu
geçmişte yaşıyor biliyorum
bir anlatabilsem onsuz olamadığımı
o zaman sevmek değil ölmek zamanı)

Ölmek Yasak

Ölmek Yasak

daha önce bıçaktan hiç su içmedim
hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım
gururlu bir gemiyim oldum bittim
sabah olur yelkenlerimi saklarım
özgürlük dediğim yerde demirledim

üstüme varma bulutları tutamam
böyle paldır küldür gideceklerdir
gelmezsen farketmez kimseyi aramam
asıl sevdiklerim en içimdekilerdir
onlarla yaşarım eğer yaşarsam

olur mu gecemi yeşile çalmak
yıldız çivilemek parmakuçlarıma
ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak
hiç doğmamayı isterdim ama
bir kere doğmuşum ölmek yasak

Nasıl Bir Sevdaysa

Nasıl Bir Sevdaysa...

Ay çok mu gecikti nerdeyse çıkar
Sen yalnızlığıma varır varmaz
Az sonra yağmuru durduracaklar
Rüzgarı değiştirdim
Ustura ağzı poyraz
Yok canım yıldızları unutmadık
Mutlaka yerlerinde bulunacaklar
Kenarı yaldızlı mavi bir karanlık
Sütlü çıplaklığını örtecek kadar
Senin için olduğu asla bilinmeyecek
Yapraklarını birden dökecek dutlar
Şafak sökerken sekiz on kadar şimşek
Balkonda işlemeli müstesna bulutlar
Ayak bastığın an şehir de değişebilir
Yoksa Moskova'mı
Belki Berlin belki Dakar
Belki 30'lardan mehtap yorgunluğu İzmir
Körfez'de şerefine donatılmış vapurlar
Nerede ne zaman kaç kere yaşadık
Nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar
Bitirdiğimiz herşeye yeniden başladık
Dudaklarımızda birbirimizden mısralar

Kimi Sevsem Sensin

Kimi Sevsem, Sensin...

kimi sevsem sensin / hayret
sevgin hepsini nasıl değiştiriyor
gözleri maviyken yaprak yeşili
senin sesinle konuşuyor elbet
yarım bakışları o kadar tehlikeli
senin sigaranı senin gibi içiyor
kimi sevsem sensin / hayret
senden nedense vazgeçilemiyor

her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırkızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

Kadınlar Sonbahar


Kadınlar Sonbahar

kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
titrek dudaklarında sarışın bir keder
nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler

dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor

anlaşılmaz çocukluğun ortaokullarından ders zilleri
kilitli defterlerde kurutulmuş menekşeler
tehlikeli yolculukların kanat çırpan mendilleri
sazdan saza azalan hicranlı köçekçeler

dünkü delikanlıları yaşlılığa taşıyor

eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini
deniz kahvelerinde son kadehlerde bulutlar birikir
ılık bir aydınlıkla yıkayıp yorgun ellerini
görgülü ihtiyarlar bir bir ortalıktan çekilir

yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor

Elde Var Hüzün

Elde Var Hüzün

söyleşir
evvelce biz bu tenhalarda
ziyade gülüşürdük
pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha kuşlarının
ne meseller söylenirdi mercan koz nargileler
zamanlar değişti
ayrılık girdi araya
hicrana düştük bugün
ah nerde gençliğimiz
sahilde savruluşları başıboş dalgaların
yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
elde var hüzün
o şehrayin fakat çıkar mı akıldan
çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
sırılsıklam aşık incesaz
kadehlerin mehtaba kaldırılması
adeta düğün
hayat zamanda iz bırakmaz
bir boşluğa düşersin bir boşluktan
birikip yeniden sıçramak için
elde var hüzün.

Cinayet Saati

Cinayet Saati

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu
dört biçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dagiliyordu

deli cafer ismail tayfur ve şaşi
maktulün onbeş yillik arkadaşi
üçü kamarot öteki aşçibaşi
dört biçak çekip vurdular dört kişi

cinayeti kör bir kayikçi gördü
ben gördüm kulaklarim gördü
vapur kudurdu kuduz gibi bögürdü
hiç biriniz orada yoktunuz

demirlemişti eli kolu bagliydi agliyordu
on üç damla gözyaşini saydim
allahina kitabina sövüp saydim
şafak nabiz gibi atiyordu
sarhoştum kasimpaşa'daydim
hiç biriniz orada yoktunuz

haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis katilleri ariyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşi
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasimpaşa'daydim
vapuru onlar vurdu ben vurmadim
cinayeti kör bir kayikçi gördü

ben vursam kendimi vuracaktim

Böyle Bir Sevmek

Böyle Bir Sevmek

ne kadınlar sevdim zaten yoktular
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
azıcık okşasam sanki çocuktular
bıraksam korkudan gözleri sislenir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

hayır sanmayın ki beni unuttular
hala arasıra mektupları gelir
gerçek değildiler birer umuttular
eski bir şarkı belki bir şiir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir

yalnızlıklarımda elimden tuttular
uzak fısıltıları içimi ürpertir
sanki gökyüzünde bir buluttular
nereye kayboldular şimdi kimbilir
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
böyle bir sevmek görülmemiştir.

Ben Sana Mecburum

Ben Sana Mecburum

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Ölmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.

Bela Çiçeği

Bela Çiçeği

alsancak garı'na devrildiler
gece garın saati bela çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yirtilmisti kelepceliydiler
çantasını karısı taşıyordu

hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati bela çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu

ayaküstü birer bafra içtiler
gece garın saati bela çiçeği
şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu

Bekle

Bekle

Geleceğim bekle dedi
Ben beklemedim o da gelmedi
ölüm gibi birşeydi
Ama kimse ölmedi

Başka Adam

Başka Adam

yerinden kaldırmasalar
tedirgin etmeseler
armonikle ezbere polkalar çalan
alsace'li kör kadını
türkülerin başladığı bittiği yerdeki kız
raspail bulvarı'ndan
yine gelip yine geçen her akşam
yalnız
tedirgin etmeseler
armonik çalan bir kadını
ışıklar yola çıkınca herhangi bir akşam
beni alıp duvarların arkasına götürmeseler
seni alıp götürmeseler

zuider-zee körfezi'nin mastor bulutları
bir bir hatırında
hep böyle cam yeşili gökler boyar durur
sabahtan akşamlaradek
hollanda'lı bir ressam
orfevre rıhtımı'nda
demek
bir türkünün kıyısından çocuklar geçer
ellerini tertemiz bir yağmurda yıkamış
yalınayak macera gözlü çocuklar geçer
gülmüş gülmüş
ağlamış ağlamış

ben hızlı yıldızları deniz boylarında gördüm
ateşten oyulmuş çizgileri vardı
gözbebeklerinde
yıldız rüzgârları geçtiler
poyraz rüzgârları geçtiler

üşüdüm
büyük büyük üşüdüm
deniz fenerleri
akşamın içinden öksüz bakarlardı
palermo ve calabria sahillerinde
güvertede serseri ve mahzun gemiciler
ve gemicilerin gözbebeklerinde
bilmediğim
görmediğim
duymadığım
bir melankoli vardı
palermo ve calabria sahillerinde
deniz fenerleri
akşamın içinden öksüz bakarlardı
ben örsün kerpetenin şairi
istanbul limanından marsilya limanına kadar
kurşun döker gibi döktüm
mısra mısra
bütün namuskâr
bütün insancıl şiirleri

bulvarlarla rüzgâr
luxembourg bahçesi'nde rüzgâr
çoluk çocuk son yaprakları savuruyor
şimdi yerin altında
bir başka dünyanın nabzı gibi vuruyor
maden işçilerinin otomatik çekiçleri
ve köstebek yavrusu metrolar
armonik sesi utangaç
uzaktan
kaldırımlarda paris manzaraları
gökyüzünde bir çabuk
bir açık
bir hızlı mavilik

bir hızlı bulutlar
kırmızı kuşlarla süslenmiş yün eldivenlerin
gökyüzü kaldırımlar sen ve paris şehri
sen ve paris şehri sevgilim
ve her biri bir başka türlü çığrışan
yol-cu-luk-lar

ubangi-
şari'-
de
el değmemiş yıldızların altındaki
şehirsiz ve radyosuz dört duvarın
el değmemiş namuslu gözlerinde
ve yabani sarmaşıkları
misli görülmemiş hayranlıklar içinde
yabani yabani aydınlatan
beş alevlik ateşimiz
sonra bir adam
uğultulu ormanı
küstah çakal seslerini
ve bizzat çakalları
omuzlarına almış
yağlı simsiyah bir adam
yağlı ve kıvırcık
simsiyah sakalları

ben adam
başka adam
yürük adam
yıkmış sokaklara boylu boyunca gençliğini
ümitlerini güvercinler gibi uçurmuş
binlerce defa kaybetmiş ümitlerini
gemilerin kayboldukları yerde kaybetmiş
hain şiirlerde hain türkülerde kaybetmiş
binlerce defa yeniden bulmuş
ümitlerini
sonra fecir çığlıklarının saçlarından tutmuş
deniz gider o gider
bulut gider o gider
ben adam
başka adam
yürük adam

Ayrılık Sevdaya Dahil

Ayrılık Sevdaya Dahil

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ

An Gelir

An Gelir

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı'nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

Ah

Ah...

yüzünün yarısı göz kadife yansımalı
bulutlu siyah ah bulutları eflâtun
o boy aynasından çıktı fransız malı
vişne asiti vardı tadında rujunun
ah sinema yıldızı falan olmalı
ağızlığı kristal son derece uzun
bir kibrit çakıldı mı ah yağmurluklu kız
alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor
ah çocuk yüzünde gül goncası ağız
saçlarından incecik su tozu dökülüyor
sığınak gibi derin, ağaçlar gibi yalnız
karartma başlamış ışıklar örtülüyor
ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu
kırkmaları mor salkım, göz kapakları saydam
çok vapurun battığı bir liman orospusu
bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam
ay ışığında deniz akordiyon solosu
pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam
tavana asılmış sosyalist saçlarından
ah sabah sabah omuzları kan içinde
işkence sonrası genç bir kadın militan
yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde
adı bile çıkmamış dudaklarından
doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde.

Ağustos Çıkmazı

Ağustos Çıkmazı

Beni koyup koyup gitme, n'olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
İşine gücüne baksana
Evlenirsin, çocuğun olur
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

Elimi tutuyorlar ayağımı
Yetişemiyorum ardından
Hevesim olsa param olmuyor
Param olsa hevesim
Yaptıklarını affettim
Seninle gelemeyeceğim Attilâ İlhan
Beni koyup koyup gitme, n'olursun.

Adım Sonbahar

Adım Sonbahar

nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır

oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Attilâ İlhan Hayatı ve eserleri


1925 yılında İzmir’in Menemen İlçesi'nde doğdu. İstanbul Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı'ndan, Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığı'na geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan)

1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Bel başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar.

İlk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat Gazetesi'nde çıkmıştı (sayı: 23,1.10.1941), ilk düzyazısı ise (Kültürümüz Üzerine Düşünceler) Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde (29.10.1944). Duvar kitabına aldığı Cabbaroğlu Mehemmed şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik almasıyla tanındı. Şairliğinin ilk on yılını, destan boyutlarıyla ve duygusal, gergin bir hava içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı saran bezginlik çöküntülerini yansıtmaya adamıştı.

Zamanla (1955- )toplumcu kollayışı bırakmamakla birlikte, tek insanın duygu dünyasından kesitler verdi; artistik abartmalarla ve yerli dünya görüşüne de yaslanarak, bireysel temaları işledi. Aynı gerginlik ve gerilim kendine özgü bir söz dizim ve hazinesiyle at başı, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş romanlarında da görülür. Eleştiride uzun zaman toplumcu gerçekçilik ilkelerine bağlı kalmıştır.

Şiir kitapları:Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954),Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek (1968), Tutkunun Günlüğü (1973), Böyle Bir Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987), Ayrılık Sevdaya Dahil (1993), Kimi Sevsem Sensin (2002)

Attilâ İlhan Şaire ait 110 şiir bulundu.
1 34 FN 346
2 Adım Sonbahar
3 Adımla Nasıl Berabersem
4 Ağır Kan Kaybı
5 Ağustos Çıkmazı
6 Ah...
7 Allende Allende
8 An Gelir
9 Arabesk
10 Artı Sonsuz
11 Askıda Yaşamak
12 Aydınlık Neyin Oluyor Senin
13 Ayrılık Sevdaya Dahil
14 Ayrılık Sevdaya Dahil IV
15 Aysel Git Başımdan
16 Bakarsak
17 Bana Bir Şimşek Çak
18 Barakmuslu Mezarlığı
19 Başka Adam
20 Batan Bu Köhne Şilebde Ne İşleri Var
21 Bekle
22 Bela Çiçeği
23 Belki Gelmem Gelemem
24 Belma Sebil
25 Ben Artık Küsüm
26 Ben Sana Mecburum
27 Bence Malumdur
28 Bir, Üç ve Beş
29 Biraz Paris
30 Böyle Bir Sevmek
31 Büyük Yolların Haydutu
32 Cebbar Oglu Mehemmed
33 Cinayet Saati
34 Cinnet Çarşısı
35 Çariçin'de Geçen Kış
36 Delik Deşik
37 Duvar
38 Elde Var Hüzün
39 Elimden Gelen Bu
40 Emirgan'da Çay Saati
41 Emperyal Oteli
42 Gecenin Kapilari
43 Geç Kalmış Ölü
44 Geçerdi Hep
45 Gibi Redifli Gazel
46 Gözleriyle Cellat
47 Hacı Murad'ın Ölümü
48 Hannelise
49 Hayır
50 Herşeyi Birden İstemek
51 İstanbul Ağrısı
52 Jilet Yiyen Kız
53 Kadınlar Sonbahar
54 Kalk Gidelim Kadınlar Baladı
55 Kaptan 1
56 Karantinalı Despina
57 Kırmızı Pazar
58 Kim Kaldı?
59 Kimi Sevsem, Sensin...
60 Kimi?
61 Kirli Yüzlü Melekler
62 Korkarım
63 Mahur Beste
64 Maria Missakian
65 Mikaha
66 Muhayyer
67 Mustafa Kemal
68 Müjgan’a Aşk Şarkıları
69 Nasıl Bir Sevdaysa...
70 Nasıl Olduysa
71 Nefesler 4
72 Nefesler IV
73 Nöbet Değişimi
74 O Sözler Ki
75 Ölmek Yasak
76 Ölmek Zamanı
77 Pia
78 Pusudaki
79 Rast 'Zenci' Peşrevi
80 Rinna-Rinnan-Nay
81 Rüzgar Gülü
82 Saçların Örülmüş Olmalı
83 Saklı Sevda
84 Sana Ne Yaptılar
85 Sarhoş Bir Kadın Baladı
86 Sen Benim Hiçbir Şeyimsin
87 Sen Beyaz Bir Kadınsın
88 Sen Yoksun
89 Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken
90 Sisler Bulvarı
91 Söyler
92 Sultani Yegâh
93 Şahane Serseri
94 Şahane Serseri
95 Şubat Yolcusu
96 Tarz-ı Kadim
97 Tut Ki Gecedir
98 Tutuklunun Günlüğü
99 Türkiye
100 Usturanın Ağzında
101 Üçüncü Şahsın Şiiri
102 Varsağı (1)
103 Varsağı (2)
104 Waldorf Astoria
105 Yagmurda Sis Düdükleri
106 Yağmur Kaçağı
107 Yalnızlığı Denemek
108 Yalnızlık Şiiri
109 Yasak Sevişmek
110 Zeynep Beni Bekle

Yokluğundaki Sen

Yokluğundaki Sen

Yine yalnız değilim her zamanki gibi
Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım,
Aramızda yirmibeşbin kilometre
Sen kıştasın ben yazdayım
Sen bir yarısında dünyanın
Ben öte yarısındayım
Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun
Daha da bir gönlümcesin
Varlığından bin kat güzel
O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz
Ve en gizlerden konuşurken ellerin
İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden
Sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden

Son İstek

Son İstek

Bitki olacaksam
Çayır çimen olayım
Aman baldıran değil

Yol altında kalacaksam
Gelin arabaları geçsin üstümden
Çelik paletler değil

Üstümde çocuklar koşuşsun
Ne kaçan ne kovalayan
Askerler değil

Kerpiç yapacaksanız beni
Okullarda kullanın
Cezaevlerinde değil

Soluğum tükenmez de kalırsa
Islık öttürsünler
Aman ha düdük değil

Kalem yapın beni kalem
Şiirler yazan sevi üstüne
Ölüm kararı değil

Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında
Sakın ola ki
Silahlarla değil

Sen Söylemeden De Biliyorum

Sen Söylemeden De Biliyorum

Seziyorum ki kaçacaksın...
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende

Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende

Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende

Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama isini bırak bende

Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende

Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende

Ölüme Eğilmek

Ölüme Eğilmek

Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım

Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım

Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim

Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim

Okul

Okul

Mapus damı bana çok şey öğretti
Ama en çok sabretmeyi
Yalnızken kalabalık olmayı
Kalabalıktayken de kendimle kalmayı
Ve sürekli kavga edip
Durmadan kendimle barışmayı
Hiç gocunup yüksünmeden
İhanetlere katlanmayı
Beş metrede beşbin metreyi yürümeyi
Ve duvarların darlığında
Dünyaları dolaşmayı
Ve hepsinden de çok
Bütün yuvarlakları yüreğimde bileyip sivriltmeyi
İnsan olmayı insan olmayı

Dar Dünya

Dar Dünya

Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor
Patlayacağım

Acımın acısından susmuşum
Ki suskunluğum göklere sığmıyor
Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
Gönül dar geliyor sevgime
Kafam beynime
Ah şakaklarım
Çatlayacağım
Anladım artık anladım
Kimselere anlatamayacağım

Boşuna

Boşuna

Sen yoksun...
Boşuna yağıyor yağmur...
Birlikte ıslanmayacağız ki...

Boşuna bu nehir...
Çırpınıp pırpırlanması...
Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki...

Uzar uzar gider...
Boşuna yorulur yollar...
Birlikte yürüyemiyeceğiz ki...

Özlemler de ayrılıklar da boşuna
Öyle uzaklardayız...
Birlikte ağlayamayacağız ki

Seviyorum seni boşuna...
Boşuna yaşıyorum
Yaşamı Bölüşemiyeceğiz ki...

Bağışla

Bağışla

Ya zamanından çok önce gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya herşey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken sevgiye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Sevgiye on kala ölüme beş

Acının Duvarı Asılınca

Acının Duvarı Asılınca

Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum

Aşmışım sınırını mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum

Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum

Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum.

Aziz Nesin şiirleri


1 67. Yaş
2 Acının Duvarı Asılınca
3 Arkadaşım Badem Ağacı
4 Bağışla
5 Boşuna
6 Çocuklarıma
7 Çoğalmak
8 Daha Ne
9 Dar Dünya
10 En Güzel
11 En Uzun Maraton
12 Kendime Öğüt
13 Konser
14 Okul
15 Ölüme Eğilmek
16 Sen Söylemeden De Biliyorum
17 Sivas Acisi
18 Son İstek
19 Susarak
20 Şiire Tutunmak
21 Yaşıyorum Demek
22 Yok
23 Yokluğundaki Sen
24 Yuva
25 Zorla

Uykusuz

Uykusuz

Saatler sabahı çalıyor yine
Bir gece lambası bir ben uykusuz
Kulağım hep senin ayak sesinde
Bir şu kaldırımlar bir ben uykusuz

Yaralı yüreğim her an pusuda
Şafakla dönersin hani olur ya
Şimdi bütün şehir derin uykuda
Bir şu yaralı gözler bir ben uykusuz

Bir tek o şahitti son akşamında
Yeniden yanarım her yanışında
Ben gibi kimsesiz köşe başında
Bir sokak lambası bir ben uykusuz

Nöbetteyim sokaklarda
Gözlerim hep şafaklarda
Sense benden uzaklarda
Bir gece bekçisi bir ben uykusuz...

Sürgünüm

Sürgünüm

Her gün yeni bir yangında hayatım
Acılardan acılara sürgünüm
Sende başlar sende biter isyanım
Yalnızlıktan yalnızlığa sürgünüm

Ateş olsan, duman olsan kar etmez
Giden gider yollar geri getirmez
Bu talih de seni bana yar etmez
Ayrılıktan ayrılığa sürgünüm

Işık seçtim gözlerini gönlüme
Yorgan gibi çekip gittim üstüme
Kimliğimden, adresimden kime ne
Sokaklardan sokaklara sürgünüm

Yetmiyor ah isyanlarım yetmiyor
Dağda sürgün, taşta sürgün bitmiyor
Hasret bana pusu kurmuş bekliyor
Gecelerden gecelere sürgünüm.

Unuttum İşte

Unuttum İşte

O senli yıllara bir çizgi çekip
Gönül defterini kapattım işte
Hasretle yanmaya değmezsin deyip
Gözümde yaşları kuruttum işte

Şimdi bu pişmanlık bimem ki niçin
Kaybeden sen oldun yan için için
Unutmaz demişsin sen benim için
Aldandın sevgilim unuttum işte

Sevgisiz yanar mı sevda ocağı
Belliydi bu aşkın yok olacağı
Söndürdüm içimde o yanardağı
Yaralı gönlümü avuttum işte...

Yüreğin Varsa Gel

Yüreğin Varsa Gel

Yüreğimi beşik yaptım sevdana
Düşler kurdum, hayal kurdum bildin mi?
Umutlardan taç yaptım yoluna
Bir gün olsun zahmet edip geldin mi?

Senin için ne savaşlar açtım da
Dağlar taşlar ranzam oldu yattım da
Şu canımı ateşlere attım da
Senden bir ses alamadım öldün mü?

Vefasızsın, vefalıyım deme hiç
Gelmek için çok geç kaldın, gelme hiç!
Kutlu olsun sana bu şan, bu sevinç
Bir tek sana yenik düştüm gördün mü?

Yosun Gözlüm

Yosun Gözlüm

Öyle bakma gözlerime
Dağılmışım yosun gözlüm
Hasretinin denizinde
Boğulmuşum yosun gözlüm

Bir bendesin bir uzakta
Bir özgürsün bir yasakta
Arada bir sarılsak da
Yetmiyor ki yosun gözlüm

Dağlar gibi özlesem de
Hasretinden delirsem de
Bir mum gibi erisem de
Gelmiyorsun yosun gözlüm

Anlatılmaz bir duygu bu
Vazgeçilmez bir tutku bu
Unutulmak tek korkum bu
Bilmiyorsun yosun gözlüm

Yılların Suçu Yok

Yılların Suçu Yok

Sitem edip durma geçen zamana
Yılların suçu yok gelmeyen sensin
Dağlar engel olmaz seven insana
Yolların suçu yok gelmeyen sensin

İçimden gururu atıp da yere
Kaç kere yalvardım sana kaç kere
Boşuna yükleme suçu kadere
Kaderin suçu yok gelmeyen sensin

Çaresizim deme gider ağrıma
Bir cevap vermedin gönül çağrıma
Kahve fincanında umut arama
Falların suçu yok gelmeyen sensin.

Elimde Bir Sigara

Elimde Bir Sigara

Elimde bir sigara
Bir o yanar bir de ben
Düşmüşüm dört duvara
Bir o susar bir de ben

Aylar var görmeyeli
Değmez elime eli
Uzakta bir sevgili
Bir o ağlar bir de ben

Çatlamış sabır taşım
Bir alev her gözyaşım
Ah benim dertli başım
Bir o döner bir de ben

Bu aşkın tek gerçeği
Asla yok geleceği
Yüreğim kan çiçeği
Bir o kanar bir de ben.

Doğum Gününde

Doğum Gününde

Kimbilir ne kadar güzelsin bugün
Benden uzaklarda doğum gününde
Hatırla ne kadar mutluyduk canım
Seninle geçen yıl doğum gününde

Kim derdi sonu bu, öyle bir aşkın
Belki kurumuştur çoktan gözyaşın
Kutlu olsun sana bu yeni yaşın
Bana da sensizlik doğum gününde

Benim için bir mum yaktın mı bilmem
Camlardan yollara baktın mı bilmem
Ah burada olsa dedin mi bilmem
Yoksa unuttun mu doğum gününde

Kimbilir kiminle kesildi pasta
Bir dilim düşmez mi bu eski dosta
Sen sevinç içinde ben ise yasta
Senden uzaklarda doğum gününde

Elbette kuş olup gelmek isterdim
Ben de yanağından öpmek isterdim
Seni bir kez daha görmek isterdim
Alkışlar içinde doğum gününde

Beni Anneme Götürün

Beni Anneme Götürün

Dudaklarımda yaşayamadığım
Çocukluğumun, gençliğimin şiiri
Dört yanım hüsran
Dört yanım yalan
Dört yanım hüzün
Dört yanım isyan!

Yanık bir şarkıda dolar bakışlarım
Annemin ellerini arıyor avuçlarım

Beni anneme götürün
Ağlamak istiyorum dizlerinde
Beni anneme götürün
Anlarsa beni bir o anlar
Beni anneme götürün

Vazgeçtim bütün saltanatından,
Sevdalarından köhne dünyanın
Ne dostta vefa
Ne aşkta huzur
Her gün bir kahpelik
Kalbimden vurur!

Yıkılır kalırım bu sağır akşamlarda
Önümde dağ gibi bir yalnızlık
İçimde yıllanmış yorgunluklar
Unutulmuş eski bir adrese çıkar yollarım
Çayımın ilk yudumunda o
Sigaramın son nefesinde o
Anlarsa beni bir o anlar
Beni anneme götürün!

Ayrılık Kapıyı Çalıyor

Ayrılık Kapıyı Çalıyor

Ayrılık kapıyı çalıyor açma
Biraz daha düşün zamanımız var...
Ne günler yaşadık bak sayfa sayfa
Seninle yazılmış romanımız var...

Gönül kapısından hemen uçma dur!
Selamsız vedasız böyle kaçma dur!
Bilinmez yerlere yelken açma dur!
Seninle mutluluk limanımız var!..

Bir anda yokuşa çevirme düzü
Dargınlık bir aşkın tadı ve tuzu
Hatırla Tanrıya verdiğin sözü
Ayrılmak yok diye yeminimiz var...

Ayrılık Çanları

Ayrılık Çanları

Ayrılık çanları çalsa ansızın
Elveda sevgilim diyecek misin?
Önünde diz çöksem, gitme kal desem
Bakmadan ardına gidecek misin?

Ayrı yönde akan ırmaklar gibi
Dalından uçuşan yapraklar gibi
Ümitsiz, çaresiz aşıklar gibi
Kalbinden aşkımı silecek misin?
Son ümidi yere serecek misin?

Kendini boş yere teselli edip
Sevdadır nasılsa geçici deyip
Yaşlı gözlerini gizlice silip
Bakıp da yüzüme gülecek misin?

Aşkımız Bir Roman

Aşkımız Bir Roman

Kalbimde arama eski yerini
Sen gözümden akan sele karıştın
İstesem de artık sevemem seni
Hasret rüzgarına yele karıştın

Seninle aşkımız eski bir roman
Yandı sayfaları külüdür kalan
Sevgilim herşeyim sendin bir zaman
Ne yazık sonunda ele karıştın

Kırılan kalbim var dinmez bir kini
Ömrümce sürecek aşka yemini
Kavuşmak imkansız artık sevgilim
Dönüşü olmayan yola karıştın

25 Mayıs 2010 Salı

3.şahsın şiiri

3. Şahsın şiiri ( ahmet selçuk İlkan ) | izlesene.com



3.şahsın şiiri
Gözlerin gözlerime değince
Felaketim olurdu,ağlardım
Beni sevmiyordun,bilirdim
Bie sevdiğin vardı,duyardım
Çöp gibi bi oğlan,ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felaketim olurdu,ağlardım
Ne vakit Maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Sessizce bir cigara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin,bakardın
Üşürrdüm,içim ürperirdi
Felaketim olurdu,ağlardım
Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin,mum giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü
Hele seni kollarına aldı mı
Felaketim olurdu ağlardım...

Yakılacak Adam

ahmet selçuk İlkan - yakılacak adam | izlesene.com



Yakılacak Adam

''İlk ateşi sen yaktın
Son yangın da senden olsun
Senin canın sağolsun...''

Bilmeliydim
Bir sabah çekip gideceğini
Dünyayı başıma yıkıp gideceğini bilmeliydim
Ve sen daha kırmadan bu aşkın kalemini
Ben herşeye eyvallah deyip
Çekip gitmeliydim bu şehirden

Ben yakılacak adamım bu şehirde
Sana böyle yandığım için
Ben asılacak adamım bu şehirde
Seni böyle sevdiğim için

Oysa
Neler öğretti hayat bana
Gülerken ağlamayı
Sırtımdan vurulmayı
Aç susuz yaşamayı...
Daha neleri öğretti hayat bana
Bir sana yalvarmayı öğrenemedim
Bir de seni unutmayı

Ben yakılacak adamım bu şehirde
Sana böyle yandığım için
Ben asılacak adamım bu şehirde
Seni böyle sevdiğim için

Sen sahte mutluluk süslü prensesi
Sen sosyetik barların şımarık sokak kedisi
Sen mutluluğun korkak faresi
Sen hep aynı gecelerin
Hep aynı şarkıların
Hep aynı masaların vazgeçilmez mezesi
Senin cirit attığın sokaklarda
Ne gezer aşkın vefanın gölgesi
Çek git artık!
Yaşanmasın bir daha aşkın böylesi
Çek git artık!
Bitsin burada bu aşkın hikayesi

Oysa
Bir yudum mutluluğun için
Yollarına bir ömür serdim
Oysa
Bir gelişin için
Sokaklarına binlerce sabır ektim
Hasretse hasret
Acıysa acı
Uğrunda en kralını çektim
Üstelik yalnız ve tektim
Senin bir taş olduğunu nereden bilecektim?

Biliyorsun...
Seni bebekler gibi sevdim
Seni çiçekler gibi sevdim
Seni melekler gibi sevdim
Çünkü sen
Tapılacak kadındın (!) bu devirde
Oysa ben
Sana böyle yandığım için
Sana böyle kandığım için
Seni böyle sevdiğim için
Asılacak adamım bu şehirde
Yakılacak adamım bu şehirde

Git git artık...
Güle güle!..

SEN BU ŞİİRİ OKURKEN

Sen Bu Şiiri Okurken

sen bu siiri okurken - ahmet selçuk İlhan | izlesene.com



Sen bu şiiri okurken
Ben çoktan bu şehirden gitmiş olacağım
Artık ne özlemlerimi duyacaksın bıçak yarası
Ne de telefonların çalacak gece yarısı
Ve bu zavallı yüreğim olmayacak artık
Kaprislerinin hedef tahtası...
Seni sana
Beni bir akıl hastanesine
Bırakıp gideceğim bu şehirden

Nasılsa kavuşamadım sana
Nasılsa dudaklarının kıyısına varamadım
Nedense bütün çıkmaz sokaklar adresim oldu
Ve nedense bütün kırmızı ışıkları üzerime yaktın
Ne yaptımsa
Bir türlü sana yaranamadım
Artık adressiz
Işıksız
Ve öylesine ıssızım
Dünlerin kadar eskiyim
Verdiğin acılar kadar paslıyım
İşte çıkıp gidiyorum hayatından
Nasılsa fark etmez senin için
Belki çok şanslı
Belki de en yaşlıyım...
Artık
Pusulam hasreti
Saatim yalnızlığı
Ve takvimler sensizliği gösteriyor bana
Neylersin
Yolcu yolunda gerek
Belki bundan sonra
Belki senden sonra
Adam olur bu “asi yürek”
Ve dersini alır da bu sevdadan
Bir daha
Boyundan büyük denizlere
Asılmaz kürek

Yarın bu saatlerde
Ben yollarda olacağım
Sen kimbilir kaçıncı uykunda
Masal mavisi bir rüyada
Ve elbette o korsan yüreğin
Yine pusuda
Oysa
İlk defa sesimi duymayacaksın
Sitemlerin sahipsiz
Soruların cevapsız kalacak
Belki ilk defa içini kemirecek yokluğum
Tanımadığın bir koku içini saracak
Ve ilk defa kendinle hesaplaşacaksın
Ne oldu?
Ne oluyor?
Ne olacak?
Sonra
Bir gözün kör
Bir kulağın sağır
Bir ayağın kırık
Bir kolun kesik
Düşeceksin yollara
Yani baştan başa yarım
Yani baştan başa eksik
Bütün duvarlar üstüne yıkılacak
Belki ilk defa
“Unutuldum” diyerek için sızlayacak
Ve sen bu şiiri okurken
Ayrılığımız çoktan başlamış olacak
Belki de son tesellin
Sana yazdığım “bu son şiir” olacak
Ve kimbilir
Unutulmuş bir gecenin tam ortasında
Başucundaki bir radyoda
Uykusuz bir şair yüreğini çınlatacak
Ve bir daha fısıldayacak kulaklarına
Sana adanmış bu satırları

“Bütün şehirler uyur
İstanbul uyumaz
Ve birgün
Bütün sevenler unutur seni
Ama bu “şair yürek”
ASLA UNUTMAZ...”

Kahve Gözlüm

ahmet selçuk ilkan kahve gözlüm | izlesene.com


Kahve Gözlüm

Yolumuz buraya kadarmış be kahve gözlüm
Artık
Tersine akan bir nehir gibi
Yıkılmış bir şehir gibi
Suya yazılmış bir şiir gibi
Adımı unut
Yalnızlığın boşluğunda
Sensizliğin sonrasında
Bil ki
Beş para etmiyor umut
Etmiyor be kahve gözlüm!

Yalan yanlış
Kırık dökük yaşadık biz bu aşkı
Erken emekli olduk biz bu sevdadan
Biliyorsun
Hep direkten döndü umutlarımız
Hep kendi kalemize attık göllerimizi
Ne acemi bahçıvanmışız meğer ikimiz
Açmadan soldurduk güllerimizi
Açmadan soldurduk be kahve gözlüm!

Bir değirmen taşı gibi ezip gittin umutlarımı
Şimdi yüreğim mutsuzluğun hedef tahtası
Sokaklara sığmıyor bu dev yalnızlığım
Bu cumartesiler;
Çığlık çığlığa şiirlerim seni istiyor bana inat
Gel gör ki;
Son kurşunu yemiş bu sevdaya
Yetmiyor şımarık pişmanlıklar
Yetmiyor be kahve gözlüm!

Bir isyan faslıdır şimdi bu suskunluğum
Hovardaca harcanan mevsimlere
Bu kaçışlara - bu gelgitlere
Ömrümüze kesilmiş biletlere
İsyanımdır - bu acı acı - gülüşüm
Oysa;
Kaç kez sildim seni haritamdan
Kaç kez mil çektim o kahve gözlere
Gel gör ki;
Kendime bile geçmiyor artık sözüm
işte bir kürek mahkumu
İşte bir yürek mahkumu
Kapında yine
Bitmedi bu kara sevda
Bitmiyor be kahve gözlüm!..

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Yağmur, Gül ve Eller

Yağmur, Gül ve Eller

Yel yapraklarımı savurur,
Dört yanım yağmurla örtülü;
Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!

Kafamda hep bir uykusuzluk
Ve masamda bir düşler gülü,
Gecenin içinde, soyunuk.

Ve bir düşünce arasında
Ellerim; beyaz, boş ve bencil,
Bu gül’le gece arasında,

Kopmuş gidiyor dallarımdan...
Hayır, başımdan yana değil
Uykusuzluğum, ellerimden.!



Ahmet Muhip Dranas

Titrek Bir Damladır

Titrek Bir Damladır

Titrek bir damladır aksi sevincin
Yüzünün sararmış yapraklarında
Ne zaman kederden taşarsa için
Şarkılar taşırsın dudaklarında.
İşlerken hülyama sesten örgüler
Bir çini vazodan dökülen güller
Gibi hülyada fecirler güler
Buruşmuş bir çiçek parmaklarında.

Gözlerin kararan yollarda üzgün,
Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün;
Süzülüp akasya dallarından gün
Erir damla damla ayaklarında.

Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında.

Sen böyle kederden taştığın akşam
Derim dudağında şarkı ben olsam
Gözlerinde damla, içinde gam
Eriyen renk olsam ayaklarında


Ahmet Muhip Dranas

Serenad

Serenad

Yeşil pencerenden bir gül at bana,
Işıklarla dolsun kalbimin içi.
Geldim işte mevsim gibi kapına
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.
Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,
Ben aşkımla bahar getirdim sana;
Tozlu yollarından geçtiğim uzak
İklimden şarkılar getirdim sana.
Şeffaf damlalarla titreyen, ağır
Koncanın altında bükülmüş her sak.
Seninçin dallardan süzülen ıtır,
Seninçin karanfil, yasemin zambak...
Bir kuş sesi gelir dudaklarından;
Gözlerin, gönlümde açan nergisler.
Düşen öpüşlerdir dudaklarından
Mor akasyalarda ürperen seher.
Pencerenden bir gül attığın zaman
Işıkla dolacak kalbimin içi.
Geçiyorum mevsim gibi kapından
Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.


Ahmet Muhip Dranas

Sen ve Gökyüzü

Sen ve Gökyüzü

Bir güzelim sensin, bir de gökyüzü,
Gerisi denizler ötesi, hepsi.
Gökyüzüyüm gündüzüyle, gecesiyle,
Sen güzelim aşkıyla, neşesiyle
Uyumlu, esgin, el ele, ikiniz,
Umutlarla bezer, gönendirirsiniz
Ömrümü, kıyısında bir akşamın.

Bu kutlu anlarında yaşamamın
Solumayı bile unutuyorum;
Sanki ölümsüzlüğü tutuyorum!
Ya o gökyüzü; öylesine mavi
Üstümüzde, öylesine ebedi
O gökyüzü ve öylesine gerçek;
Büyük, büyük, büyük, kocaman çiçek.

Kara Gözlerin

Kara Gözlerin

Kara gözlerindeki umut
Siyah saçları kadar karamsardı
ve kadere küsmüştü O, bir kere
Sevgiyi öldürdü diye...
Sanki ona uzanan ellerde
Keskin bir bıçak
Ha vurdu ha vuracak
Bu, benim karanlıklarım,
Bu benim sırlarım diyor hep
Bir gün gelecek
Şefkatle kollarına saracaklar...
Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında
Umutları umduğu gibi çıkmamış
Beklentileri hep korkuları olmuş
Sanki bütün hayatı,
Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla...
Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az
Her nefeste biraz daha kısalırken
Bütün beklentileri
Duman duman uçuyorlardı.
Kurallar koymak isterken dostluklarına,
Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında...
Şimdi o gözlerde,
Vakitsiz yağan yağmurlar var,
Hasat mevsimi bitmiş bahçelere
Sağnak sağnak yağacaklar,
Belki gönlünde gökkuşağı açacak
Ama, altından çocuklar geçmeyecekler.
Su yerine zehir akacak ırmaklarından,
Hiç kimse içmeyecek...
ya Ben,
Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde,
Üzümlerim gazap üzümü
Şaraplarımsa gözyaşları...
Sen güz güneşinde, sanki kanadı kırık bir kuş,
Konmuştu bahçeme,
Ona şefkatle eğilirken
Pır diye uçtu birden
Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik,
ve inancımla birlikte.

Hatıra

Hatıra

Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan
Oydu, bir bakışta tanıdım onu;
Rüyalarıma tayf halinde konan,
Peşime bir korku gibi düşen o.

Bazı yapraktı, bazı bir rüzgâr.
Dolardı aydınlık olup, odama.
Bahçemde süzülür giderdi bahar
Sabahının fecri vururken cama.

Ayakları kumda bırakmadan iz
Yanıma geldiği hep gecelerdi;
Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz
Uzak bir maziye dönüp giderdi.

Bir avuç ışıktı incecik yüzü,
Gözleri geceler gibi derindi;
İçine başımın her an düştüğü
Avuçları sudan daha serindi.

Geçerken dün yoldan, ruhumu saran
Bir gölge halinde ve ağır ağır;
Tanıdım; o, yâdı hoş zamanlardan
Seven ve yaşayan bir hatıradır.

Fahriye Abla

Fahriye Abla | video.mynet.com


Fahriye Abla

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla,
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Ahmet Muhip Dranas Hayatı ve eserleri

Ahmet Muhip Dranas

Sinop'ta doğdu. Bir süre Ankara Hukuk Fakültesi'nde, daha sonra da İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Ankara'da Halkevleri yayın işlerinde çalıştı. Birçok resmi kuruluşta yöneticilik görevlerinde bulundu.

Şiir Kitabı:

Şiirler (1974).

"Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Divan ve bütün Fransız Şiiri, malzemesi ile Ahmet Muhip'e bir zemin olmuştur. O, büyük ustalık ve
incelikle, geçmişlerin deneylerinden yararlanır. Objesi hayat değildir, şiirdir; bütün şairlerin geçmişidir, şiirleridir. Ahmet Muhip, özü bütün şiirlerine yayılan şairlerdendir; O'nu Hececilerden ve öbürlerinden ayıran özelliği de budur. Aslında, vazgeçemediği bir özü, bir mesajı olduğu da söylenemez. Her durumun ve her hatıranın en iyi söyleyicisidir. Bulur, saptar, duygulanır ve kullanır.'' (Turgut Uyar, 1983)

Ahmet Necdet,
Modern Türk Şiiri
Yönelimler, Tanıklıklar, Örnekler
Broy Yayınevi, Ekim 1993.

Ahmet Muhip Dranas


1 Adamlar
2 Ağrı
3 Ayaklar
4 Ayışığı
5 Ayrılış
6 Balad
7 Bir Sokak
8 Büyük Olsun
9 Esenlik Size
10 Evreni Sevmek Ki...
11 Fahriye Abla
12 Gerçek
13 Hatıra
14 Her Günkü Şarkım
15 Her Şey Uzaktadır
16 Kar
17 Kara Gözlerin
18 Köpük
19 Olvido
20 Portre
21 Rüzgar
22 Selam
23 Sen ve Gökyüzü
24 Serenad
25 Sokaklar
26 Son Aşk
27 Son Bulut Sıyrılınca
28 Step
29 Şehrin Üstünden Geçen Bulutlar
30 Testi
31 Titrek Bir Damladır
32 Ülker'in Gözleri
33 Yağmur, Gül ve Eller
34 Yaşarken
35 Yurt

Dıranas şiiri topluca değerlendirildiğinde; ulusal ve evrensel şiiri iyi bilen, zaman zaman da onlardan etkilenen, yurduna ve değerlerine bağlı, anadilini sadelikle kullanırken ona coşkuyla başka tatlar katan bir şair çıkıyor karşımıza. Ne var ki ilk şiirlerinde sevinçle, özlemle anılan aşklar, geceleri bahçelerde buluştuğu sevgililer son şiirlerinde kirlenmeye başlar. Utanç bulaşır anılara, pişmanlık uzar.

Arife KALENDER

Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,Deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzunSeviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,Âşıksam kadınım değil tanrıçamsın, eceDenizler yolculuğa çıkarır durur da beniGitmem düşünerek geri döneceğim günü.Ben büyük rüzgârları severim ; büyük olsunAşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzunİnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.Evet, bu dizeler Cumhuriyet dönemi şiirimizin değişik bir rengi, değişik bir söylemi olan A. Muhip Dıranas'ın dizeleri. (1909-1980) yılları arasında yaşamış, bireysel dünyasını estetik ölçülerde şiire taşımış, devletin birçok üst kademesinde ('Çocuk Esirgeme kurumu yayın md.'lüğü, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı, CHP genel merkezi üyeliği, ve milletvekilliği) görev yapmış şairimizin toplu eserlerini okuduğumda; 'Büyük Olsun' şiirinde söylediği gibi, olağanüstü aşklar istediğini, zor ve ulaşılmaz aşkları da ustaca dizelerine sindirdiğini gördüm. İlk şiirlerinden başlayan gizem ve tutku son şiirlerine kadar sürdü. Lirik ve sade bir dille anlatılan bu güzel aşklar gerçek miydi, yaşanmışlıkları ne kadardı bilinmez, ama bu aşkların şiirleri hâlâ aynı tatla okunmakta.'Selam' başlıklı şiirin birinci bölümünde; gece, bahçe, ay ışığı, sabah sözcüklerini sık kullanarak sevgilinin kusursuz güzelliği ve ona duyulan sevda coşkulu, lirik ve akıcı bir dille veriliyor.Gece yeryüzü varıp uykuyaIssızlıkta ay inince suyaBenzerdin odamda bir sabaha'Dıranas'ta aşk, geçmişte yaşanmışlar ile gelecekte yaşanmak istenilenlerle iç içe sürer.Anılar, yaşananlar, özlemler yumağıdır. Geceleri bahçelerde buluşmaların, tenha ve sessizliğin tercih edilişinde yasak ve gizli aşklar duyumsanır adeta.'Uçuşuyor, duran bir anın havasındaIşıktan kuşları bir akşam seherininGündüzün geceyle buluşan noktasındaYaklaşıyor musikisi eteklerinin''En sevgiliye, en iyiye, en güzele' selam gönderirken bir yandan da birçok okurda iz bırakmış olan;'Yeşil pencerenden bir gül at bana,Işıklarla dolsun kalbimin içi.Geldim işte mevsim gibi kapınaGözlerimde bulut, saçlarımda çiğ''Seranad' şiirini yazar. Bu bölümdeki birçok şiirde aşkın coşkusuyla birlikte, güzelleşen yaşam şiirle sunulmaktadır. 'Ben ve O' da:'İşte akşam oldu, bizim artık her yer;Doldur kutlu ellerinle kadehimiBilirsin, hangi güzel kıyılara giderSenden esen rüzgârlarla bu esrik gemi' der. A. Muhip Dıranas şiirinde yer yer kadın adları verilse de, gizemli bir kadın geçmişle gelecek arasında görünüp yiter. Düş kadın gerçeğe, gerçek kadın da düşe dönüşür. Aynı şiirde; şairin kıskanç bir âşık oluşunun da kanıtları sunulur.

'BEN

- Kıskanç, kıskanç! Senin için her dediğim,Yaşamak, yahut ta ölmek istediğim...'Bu şiirde aşkın tutkuya varan boyutu ve ona yaşamak ya da ölmek arasında seçim yaptıran yanı algılanırken; şiirdeki kurgu da ustalıkla kuşatıyor okuyucuyu. 'Ülkerin Gözleri'ni betimlerken, 'Esmer'i anlatırken; yaz, güneş, deniz, yaprak, gök imlemeleriyle de coşku içinde bir âşığın yollarda şarkı söyleyip mutlu gezinişini gözler önüne getiriyor.'De bana esmer, de bana n'eyleyim?Gönlümü kuş misali mi eyleyimGiden yazın peşine takılarak..' Yelin esişi, suyun akışı hayatı sevmek için yeterlidir insan âşık olunca. Şair de bu hali: 'Her öten kuş ve her akan su beniBir yolculuğa davet eder, niçinBilemem'.... dizeleriyle duyumsatır. Dıranas şiirinin ana teması aşktır. Bu temanın yanı sıra; şairin inanışı, Tanrı kavramı, ölüm, melek, günah gibi mistik sözcüklerle duyumsanır. İlk şiirlerinde Allah, Rab, Tanrı sözcükleri konuşma öğeleriyle birlikte şiirine yansırken var oluşu, evreni, yokluğu düşündüğü yerde mistisizm daha çok netleşir. Gökyüzü Tanrı'ya açılımın kapısıdır çoğu yerde. Onun ardındadır yüce güç. Oradan, en yüksek ve en geriden döndürür dünyayı ve yaşamı.'Yarabbi, nasıl güzel o serüvenDaha güzeli, serüvende bir de sen;Şimdi beyaz ve yitik'

DIRANAS'IN TÜRKÇÜ YÖNÜ

Ahmet Muhip Dıranas şiirinin aşk ve mistisizmden başka Türkçü yönü de bilinen bir özelliğidir. Kırmızı içki, in, ece, yurt, kurt, otağ, at sözcüklerini kullanırken eski Türk boylarından, akıncılardan da özlemle söz eder.Gece, bahçe, masal, yağmur, ruh, keder, ufuk, ay ışığı, çeşme, su, bulut, uyku, gölge, mahşer, yalnız, yıldız gibi daha çok soyut anlamlı sözcükler kullanan şair konuşma dilinden, divan şiirinden, tasavvuf düşüncesinden yararlanır. Dıranas şiirini renkli kılan öğelerin başında ritimsel olgu, sesteki uyumdur. 'Yaz Gecesi' adlı şiirinde 'Dumanlarda, uçkun, vücutsuz' bir aşkı anlatırken; 'Esenlikle Size' adlı şiirinde ise:'Size geceyi öğrettimOnda düşlerle çoğaldınızYaşantıda yorgun ve yalnızDeğilsiniz; sizi ürettim'diyerek, var olanın düşle düşünceyle farklılaştığının, daha doğrusu sanatın mevcut gerçeği değiştirdiğinin altını çizer. Olmayan, olduğu da düşünülmeyen bir şeyin elbette aşkı da şiiri de yoktur. Dıranas'ın şiirlerinde seslendiği, özleyip beklediği sevgilinin adı nedir, bedeni nasıldır bilinmez ama düş saatlerinde, pencereden dışarıya bakarken, rüzgâr sesini dinlerken hep onunladır. O hep alaca zamanları seçer gelmek için nedense..Sabahın ışıkları, akşam gölgeleriyle. Bu aşklardaki sevilenin kimliğinden, özelliklerinden ziyade ; şairin onu yüceltişini, sevdasını yüksek sesle haykırışını, ona seranatlar yapışını görüyoruz. Bu tek yanlı gördüğümüz, coşkuyla dillendirilen aşk, divan şiirinin aşklarını ve söylemini de anımsatıyor bazı yönleriyle. Ama aşkın sevilenden çok sevende barındığını da düşünürsek; yukardaki dizeler Âşık Veysel'in 'Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa' dizeleriyle de örtüşüyor.' Size yani günahı sundumÖptünüz ve güzelleştinizÇirkindiniz ilkin, tek ve pisIrmak oldunuz; sizde yundum.'Sevgiliye sarılarak 'şuracıkta sabah sabah / Birbirinde başlamış, birbirinde tükenmiş/ iki ölü... Kah kah kah' diyen A. Muhip 'İhanet' şiirinde düş kırıklığına uğrar.'Bir gülümseyiş, yanıp sönen bir ampul gibi,Derinlikten sinsice ele veriyor kalbi;Aşk bir yalan üstüne kuruluydu- çaresiz!'' Olvido' Şairin 12'lik hece ölçüsüyle yazdığı, yedilik dizelerle yedi kıtadan oluşan uzun ve tanınmış şiirlerinden biridir. Bu şiirde de 'Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın' bir parıltı gibi akşam saatlerinde görünüp yiter. Bu yitişler için şair: 'Ey ömrümün en güzel türküsü aldanış' derken; 'ölümsüzlüğün aynasında', 'sevdaların anıların uyanma vaktinde' yeniden canlanacağını bilir. Aşkta ihaneti de tanıyan şair: 'Ey unutuş! Kurtar bu gamlardan beni' dizeleriyle biten serüvenin anılarından da uzaklaşmak ister.Anıların kapıları hep geceleri aralanır, hasretleri çoğaltan, hüznü çoğaltan da onlar.. Ay ışığında güzel bir yüz anımsanır, yazların sonbahara göçüyle biten sevgiler duyumsanır.'Yaz Göç Ediyor' da: 'Hiç kuşkum yok ki, sen şimdi kalbimde/ Bir kış uykusuna yatan böceksin' diyerek onu mevsimler boyunca seveceğini söyler.

HEM ESKİ HEM DE YENİ

Dıranas şiirinde ulusal ve evrensel şiirin izlerini hemen yakalamak mümkün. O tarihten izler sürse de kederi tanıyıp kadere inanarak aşkın izini sürer. Kendi dünyasının dışındaki yaşamlar, aşklar onun teması değil. Dıranas şiiri bireysel duyarlığın, estetik kaygılarla, tarihsel estetik ve söz dizininden de kaynaklanan bir şiir. Bu açıdan bakıldığında hem eski, hem de yeni hâlâ. Şiirlerinin temasının lirik ve coşkulu bir özlemle aşk olması ise romantizmi, yaşama sevincini, sevilmek ihtiyacı içinde olan insanı, okuyucuyu onun şiirlerine yöneltiyor.Bireyin iç dünyasını, güzelliğe duyulan hayranlığı, tarih, doğa ve metafizik temalarını; Baudelaire'den ve halk şiirinden yararlanarak, destansı bir söyleyişle dile getiren A. Muhip Dıranas şiirinde yer yer de A. Haşim şiirinden benzerlikler görülür.'Ve sen , güneşi altın bir manto gibi giyerekEteklerinde bir yaprak nehri sürükleyerekİlk yağmurlar altında ve son çiçekler üstündeOynar gelin gibisin bu göçebe düğünde.'Bahar gökleri, Kar, Yeni Bir Yaz Umudu adlı şiirlerinde ise biraz bezginlikle birlikte kapalı bir hüzün ve hiçlik duygusu sezinlenir. 'Fahriye Abla' şairin bestelenmiş, filmi çekilmiş en çok tanınmış şiirlerinden biri. 'Kezban' da ise:'Aşkın avlandığı bir zamanSevinçli mevsimi hasadınUzanmış döşeğine KezbanUyurdu saçları darmadağın'O. Veli' nin 'Cımbız'ı anımsanırken; 'Uyku' şiirinde (günah, melek, ruh..) mistik imgeler netlik kazanır. Bunca sevdadan sonra yorgun düşen şair; 'Günler geçiyor, günler;/ Pişmanlığa sürgünler/ gibi geçiyor günler' dizeleriyle zamanın geçişinden duyulan hüznünü ve pişmanlıklarını duyumsatır. 'Doğrulun mezarlarınızdan/ Boş yere harcadığım günler' dizelerinin yer aldığı 'Heyhat' şiiri başlı başına pişmanlığı, keşkeleri imler..'Rüya, Ağrı, Elif, Osman Binbaşı' başlıklı şiirlerinde mistisizmin yanı sıra halk söylemi, halk şiiri etkileri yoğun olarak ortaya çıkar. Rüya'da: 'Birden küçük çocuktum anne dizinde/ bir yazılar vardı annemin yüzünde/ Denizlerden yüzüme vuran esinde/ Diz üstü tanrıya dua ediyordum' derken; uzun ve destansı bir şiir olan 'Ağrı'da: 'Vardım eteğine, secdeye kapandım', 'Yolcusu olduğun nihayetsizliğin/ Bir ucu Allah'ta ve sende bir ucu' der. 'Bir kavsin altında şehir' ve 'Sofra' şiirlerinde de benzer mistik söylemlere rastlanır.'Ağrı' şiiri Dıranas'ın tüm düşünce yapısını, inanç boyutunu, yaşama bakışını özetler. Aşkla dinsel inancı yan yana yürüten şair; son şiirlerinde daha sık eski türk söylencelerinden şamanizmden, akıncılardan, Ortaasya yaşamından söz eder. 'Kimbilir şimdi nerde? Hangi yıldızda?Ve hangi obada? içtiği kımızdaBeni anar mı ki o, dişi kahraman?..'Dizeleriyle tarihini sezdiren Dıranas; ölmek istediği yerin de Türkiye olmasını diler.'İçimde sanki sen esersinTanrım, Garip kişi kuş ola,Seni bir yerde bulmak içinKendini dağdan aşağı sala''Maşar Dağı' başlıklı bu şiirde Yunus söylemi karşımıza çıkarken 'Mektup' un: 'dost dost diye deli derviş gezdiğim, bir ağladığım bir güleyazdığım' dizelerinde de Âşık Veysel sesi duyumsanır.Dıranas şiiri topluca değerlendirildiğinde; ulusal ve evrensel şiiri iyi bilen, zaman zaman da onlardan etkilenen, yurduna ve değerlerine bağlı, ana dilini sadelikle kullanırken ona coşkuyla başka tatlar katan bir şair çıkıyor karşımıza. Ne var ki ilk şiirlerinde sevinçle, özlemle anılan aşklar, geceleri bahçelere buluştuğu sevgililer son şiirlerinde kirlenmeye başlar. Utanç bulaşır anılara, pişmanlık uzar.'Zevk, o yosma kadın eski bir bahçedeAyaküstü günah işlenen gecedeBir susuzluk kadehi sunmuştu bana''Ağrı' da bunları söylerken; 'Bir tren yolculuğu' adlı şiirinde: 'Kin duyulmuş bir gün, sevilmiş bir gün/ dudakları nefretle, aşkla öptüğün' diyerek aşkı nefret ve pişmanlıkla anımsar.Yaşananlar utançla anılırken; sıkıntı ve ölüm imgesi de son şiirlerde karşımıza çıkar.'Zaman kesin, bağışlamaz! / Bulur beni; ben ölürüm' , 'Her şey uyuduğu zaman/ Kıracak zincirlerini/ Gecede uyanık duran.'..'Gün Ucunda' adlı bölümdeki 'Parçalar 1,2,3,4' şiiri ise bir bakıma Dıranas şiirinin özeti gibidir. 'Yorulmuşum, yorulmuşum, kelimelerde' diyen şair:'Doğa; gelip gelip üstüme ordu orduÖyle güzeldi ki hayat, doyulmuyorduSoluk almaya, şarkı söylemeye, seyreİçmeye, aşka, yatmalara, ölmelere'Dizeleriyle yaşam tutkusunu dile getirir.'Görev bitti. Boş artık, kim ya da ne oluş...Ne Ahmet'im artık, ne Mehmet, ne de durmuş'...Aşkların ve yaşamın unutulduğu, unutturulmaya çalışıldığı günümüzde, şiirimizin geniş penceresinden güller atmayı sürdüren; 'En sevgiliye, en iyiye, en güzele' diyen şaire.. Şiirler/ Ahmet Muhip Dıranas/ YKY/ 161

Seni Seviyorum Demek İsterdim

Seni Seviyorum Demek İsterdim

seni seviyorum demek isterdim
ölesiye bir duyguyla,
taparcasına dil dökmek
ve saçlarım ağarmadan söylemek isterdim

seni sarmak isterdim sonsuzlukla
delicesine sevmek
bir sarhoş gibi adını sayıklamak
ve bağırarak kollarında ölmek isterdim
gülüm ...

Rüzgâr Gülü

Rüzgâr Gülü

Her yandan duyarım bir gül kokusu,
Meltemle dağıtır uzak bahçeler.
Günbatısı, poyraz ve gündoğusu,
Cenup rüzgârları ruhumu çeler.

Bilmem ki nerede bu gizli bahar?
Nereden bu ıtri alıyor rüzgâr?
İklimler dışında bir iklim mi var?
Ne fecir bir şey der, ne şafak söyler.

Gün olur çağırır beni her ufuk,
Sevdalar eline başlar yolculuk,
Elinde bir rüzgârgülü, bir çocuk,
Durmadan yüzüme bakarak üfler.

İhtiyar aşık

İhtiyar Âşık

Yıllardan beridir ağaran teller,
Bu akşam parıldar şakaklarında.
"Bu gece ömrümün en son demi, der,
Büsbütün ağarsın varsın yarın da..."

Çırpınır göğsünün içinde kalbi,
Bir yaşlı ağaca sinen kuş gibi.
Nedir bu esrarlı halin sebebi?
Neden parlıyor gözler?... Bir oda:

Yaslanmış, altından ipek bir sedir,
Bir kız ki ay ondan beyaz değildir.
Öptükçe ağaran bir gül denilir.
İhtiyar bülbülün dudaklarında...

Besbelli

Besbelli

Besbelli ölümüm sabahleyindir
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan, baş ucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.
Sonra koş terlikle haber vermeye,
"Kiracım bu sabah can verdi" diye,
Üç beş kişi duysun ve belediye
Beni kaldırmaya gelsin, odamdan.
Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut,
Sen de eller gibi adımı unut,
Kapımı birkaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye arkamdan

Başbaşa

Başbaşa

İşte bir vazoda açmış iki gül,
İşte bir saksıda eşsiz kuşkonmaz.
Gülleri gördükçe gönlüm bir bülbül,
Saksıya baktıkça içimde bir haz.

Dışarda fırtına, uğultu, tipi;
Odada sessizlik tutulur gibi;
İşte o da geldi, evin sahibi,
Oturduk, eskiden konuştuk biraz.

Dışarda fırtına, tipi... Yerler kar;
İçerde başbaşa iki bahtiyar.
Onları ısıtan eski bir bahar,
Dışarda yepyeni bir kış, bir ayaz.

Ağız Tadı

Ağız Tadı

Ne kadar geçti aradan?
Bilemiyorum.
Özlemin çığ gibi büyüyor
Dayanma gücünü bulamıyorum.

Yalnızca avunuyorum.
Ellerini tutamasam da
Bakışların hep gözlerimde duruyor
Ağız tadım bozuk dedimse de
İnanma
Dudaklarının tadını unutamıyorum.

Göğüslerini avuçlamak
bazı bir bir emmek istiyorum
Buz kesildiğim oluyor bazen
sana sarılıp uyuyorum.

Tüm bunlar yetmiyor ama
Seni ara sıra gözlüyorum da
Nasıl bir duygu anlamıyorum
Kahroluyorum.

Sana müthiş kızdığım da oluyor bazen
İliklerim sızlıyor seni anımsadığımda
Diri, dip diri oluyorum
Allah belanı ver(me)sin
Seni özlüyorum seni istiyorum.

Ahmet Kutsi Tecer hayatı ve eserleri

Ahmet Kutsi Tecer | Şiirleri

Kudüs'te doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi. Öğretmenlik yaptı, Milli Eğitim Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu. Halkevleri Müfettişliği, Paris'te Kültür Ateşeliği, Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğretim üyeliği gibi görevlerden sonra, Urfa milletvekili olarak parlamentoya girdi. Uzun sure `Ülkü' dergisini yönetti.

Şiir Kitabı:

Şiirler (1932).

"Ahmet Kutsi Tecer, ilk devrinde bilhassa eski halk şiirinin en toplu şekli olan koşma üzerinde durmuş ve onu redif denilen kafiye sisteminden
kurtararak modernleştirmiştir. Sivas'ta halk şiiri ananesini daha yakından tanımış ve folkloru yeni bir iklim gibi keşfetmiştir.'' (Ahmet Hamdi Tanpınar, 1977)

Ahmet Necdet,
Modern Türk Şiiri
Yönelimler, Tanıklıklar, Örnekler
Broy Yayınevi, Ekim 1993.

Ahmet Kutsi Tecer


1 Ağız Tadı
2 Başbaşa
3 Besbelli
4 Bir Toprak İşçisine
5 Çingirak
6 Halay
7 Ilgaz Dağlarından
8 İhtiyar Âşık
9 İlk Uykular
10 Keremin İlhamiyle
11 Kır Uykusu
12 Kış Düşünceleri
13 Musiki
14 Nerdesin?
15 Orda Bir Köy Var Uzakta
16 Ölü
17 Rüzgâr Gülü
18 Seni Seviyorum Demek İsterdim
19 Tabiat Odam

Yenildik

Yenildik


Şimdi kim bilebilir zakkumun
O kekre tadını bizim kadar
Tenimize sinmiş sülfür kokusunu
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar

İntikamcıydı bilim, sezgimizse
Gölgesi sulara vuran bir ceylan
Neyi yaşamışsak ömrümüz diye
Derimize yazdı o vak’anüvis
Kehribar saplı bir hançerle

Kehânet kuyularında sınandık
Terkettiğimiz her şehir yakıldı
Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal
Zamansa bir karadeliğe dönüştü
Belleğimizin oksitlenen çöllerinde

Çöl ve moraran cesetler, rüya
Kâbusa dönüyor cinnet saatidir
Coğrafyanın bu yakasında bir halk
Kendi oğullarını boğazlıyor artık
Kûfi bir cesaret oluyor cinnet

Biz keder diyorduk, tarihmiş
Dilimizde işte o kil ve kül tadı
Şimdi kim bilebilir yenilginin
O kekre kokusunu bizim kadar
Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir

Yalnızsan Eğer

Yalnızsan Eğer

hayatın devraldığı
sessiz bir özsudur acı
birikir yüreğinin kıvrımlarında
ve ağar gözlerine ağır ağır
bulutlar yere inmiştir artık
ya da gurbettesindir
unutma

bir hayalet gibi kapındadır
yalnızlık denen şey
ufkun kararabilir birden
için çölleşebilir
kaçışın bile bir adımdır
ya da dönüşündür kendine
unutma

Her sayfası kederle kararan
bir hüzün defterine döner günler
ve her sabah "merhaba hüzün"
"merhaba yalnızlık"
diyerek başlarsın hayata
ama hayat bağışlamayacaktır seni
unutma

Üstelik günlüğü yoktur hüznün
hiç bir zaman da tutulmayacaktır
serüvenlerin yorgun yeniği
elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün
ya da hasta bir tanıdıktır ancak
hepsi o kadar
unutma

Yalnızlık Yasak

Yalnızlık Yasak

Yüklenmiş kanadına uzak kırların
ve gecelerin kar ürpertilerini
taşıyıp gelmiş buraya dek
hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde
dağ başlarının çelik fırtınaları

Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil
bir hasretin direnci var daha çok
ama üşüyor yalnızlıktan, üşüyor
tek düşmüşlüğün acımsı utancından
boynu eğik bekliyor şafağı şimdi

Bir yalnızlık mıdır bunca çoğaltan
acıyı ve biberli yanılgıyı
ve bir yalnızlığı kabullenmek midir
inceden ve usuldan başlatan
yürekte burgaçlanan sancıyı

Sessizce çekilmiş dostların arasından
bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince
Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde
Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş
gibi üşüyor yalnız kuş

Şimdi biliyor artık yalnız kuş
biliyor ki artık gecikmiştir
yolcular varmıştır varacağı yere
Anlıyor ki şimdi yalnız kuş
yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır.

Yalnızlığın Ayrıkotları

Yalnızlığın Ayrıkotları

Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları
ve nasıl çölleştirirse usul usul
öylece sarmış seni yanlışlar
çürütmüş yüreğindeki öfkenin
dayanıksız tohumlarını
çorak bir toprağa döndürmüş içini

Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere
sinsi bekleyişler gibi yapışkan
iğrenç gülücükler serpiştirilmiş
belli ki sen
konacaksın acemi sekişlerle
yalnızlığın bu hayın ökselerine

Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna
Usulca okşuyorsun yalnızlığını
usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna
oysa hayat
açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde

Ah yalnız kuş
belli ki sen hiç bilemeyeceksin uçmayı.

Sen Türkü Söyle ve Gülümse

Sen Türkü Söyle ve Gülümse

sen türkü söyle ve gülümse küçüğüm,
çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları

Savrulup Dururken Hayat

Savrulup Dururken Hayat

Kekremsi bir hayat dilimindeyiz
Bakır tadında geçiyor günler
Tutmuş yolları bir sürü harami
Geleni geçeni sigaya çekmekte

Şüphesiz onlar ölüm getiricilerdir
Ve sevincin düşmanı olarak bilinirler
Yoktur gözlerinde sevgilerin ışıltısı
Aşk yoktur, duman bürümüştür büsbütün

Onlar yalnızca ölümü bağışlayabilir
Yalnız kederi, kahrı ve zulümleri
Ve tarih onlarla bizim kavgamızın
Sürüp duran hadisatından ibarettir.

Ne yazılmışsa bize ve onlara dair
Işıklı sularındadır bilincimizin
Hükmünü yerine getirse de acılar
Biz yine neşeli türküler söylemekteyiz

Savurulup duran bir zaman diliminde
Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler
Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı
Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür.

Saklı Kalanahmet te

Saklı Kalan

günlüğü eksik tutulan güz
usulca çekilmiş de kıyıya
bütün gürültülerden uzakta
eğiriyor suların köpüğünü
belli ki duymuyor dağların
uğuldayan yalnızlığını

bekleyişin ve acıların
uğultusudur yalnızlıklar
kimi kez kuşatabilir büsbütün
doğayı, aşkı ve yaşamı
ama kayalıkların karanlıklarına
hiç sığar mı bir dağın yalnızlığı

bir çiçek bile doldurabilir
uçurumların derin oyuklarını
oysa o bir çatlaktan fışkırıp
bir yangın gibi büyüyendir
belli ki duymaktadır kalbinde
aşkın saklı yalnızlığını

anımsanan ne varsa şimdi
biraz acıya dönüktür yüzü
ve solgun bir gülümseyiş
gibi sararken sessizliği
taşır bekleyişin gizinde
aşkın saklı yalnızlığını

günlüğü eksik tutulan güz
eğirirken suların köpüğünü
ey alıngan susuşundan, üzünç
gibi öfkesinden kan sızan
kalbini suların göğsüne bastır
duyacaksın kalbimizin atışlarını

Özletiyor Seni Bu Yağmurlar

Özletiyor Seni Bu Yağmurlar

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle

Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün

Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları

Tarih de kekemeleşiyor bazan
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini

Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir

Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan

Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

Özlemedim Seni

Özlemedim Seni

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni

Sıcaklığını bulmalıyım
dokunuşlarını, kenetlenişi
Terimizle sulanmalı yeryüzü
güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca

Apansız fırtınalar çıkmalı
sarsılmalıyım

Özlemek
yanında olmak isteğidir
gülüşünü görmek biraz da
Hiç özlemedim seni

Saçlarına gül takmam
bir ırmak gibi akıtırım ovaya
soluğunla yanar
dudaklarımın bozkırı

Akkor halindeki ufuk
bakır bir tel gibi eriyip gider
kraterler ortasında kalırım

Toprak yarılır birden
su kirlenir

Ürpertir bu coğrafya
bu serüven
ikimizi bir anda
yaşadığımı duyarım

Hiç özlemedim seni
Özlemek dostluktandır
dostluğundan öte bulmalıyım seni